25

25. yaşıma tam 1 ay ve 1 hafta kaldı. Genelde doğum günlerimde çok mahcup hissederim, sanırım çevrem konusunda şanslı olduğum için ve sürekli bir tebrik, hediye, pasta bombardımanına tutulduğum için karşılığında ne yapacağımı bilememin verdiği bir mahcupluk bu. Hani tam pasta üflemeden önce iyi ki doğdun şarkısında herkes size bakıp şarkı söylerken elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı bilemezsiniz ya, benimki de bir tık öyle bir şey. O yüzden de elim ayağıma karışmaya başlamadan; her seneden ne öğrendiğimi yazmaya erkenden başlarım, yılbaşlarında da yaptığım gibi.

Oscar konuşması tadında yıl değerlendirmemi yaptığım yazıma hoş geldiniz.

24. yaşımdan çok beklentim vardı, 23. yaşımdan yarım kalan bazı şeylerin de iz düşümleri vardı kalbimde. Birçok beklentim evet gerçekleşti ama bence asıl önemli olan o birçok beklentimin gerçekleşmesi değildi. Bu sene hayatımda ilk defa kendimi kötü hissettiğim dönemlerde “ben iyiyim” olumlaması yapmanın hiçbir vasfı olmadığını öğrenmiş bulundum. Hayatımda en değer verdiğim insanlardan birinin “Seni hiç bu kadar kötü görmemiştim, mindful olmadığını söylüyorsun. Ancak mindful olmasaydın şu an bu acıyı çekmezdin” demesi benim için dönüm noktalarından biri oldu. “Hemen bu dipten çıkmaya çalışma, biraz burada kal. Acemi dalgıçlar gibi bir anda yukarı çıkmaya çalışırsan vurgun yersin.”. Ve bu tavsiye beni o kadar rahatlattı ki. Sanırım ilk defa iyi hissetmeyen halimi de kabul etmeyi öğrendim. Ama şunu da belirteyim, bir şeyi sırf öğrendik diye de hayatımızın geri kalanında ona sadık kalarak yaşayacağımız anlamına gelmiyor bu. Çünkü yaşam bu kadar basit değil, bu öğrendiğimiz tek bir şeyin hayatımızı değiştirdiği yanılsaması sadece basit kişisel gelişim kitaplarının sunabileceği türde bir vaat. Klişe de duyulsa; hayat bir seçim. Öyle her gün veya her sabah yapılan bir seçim de değil. Her saniye her salise yapılan bir seçim. Dolayısıyla her ne öğrendiysem öğreneyim, bilincimi elden bıraktığım saniyede; eskiye relapse etme ihtimalim var, biliyorum. Ancak size şunu söyleyeyim, dipte vakit geçirmek düşündüğümüz kadar da kötü bir şey değilmiş. İnsan sanki bir battaniyenin içinde kendi kendine sarılmış, merak ettiği bir filmde ana kahramanın başına kötü bir şey gelse de, kahramanımızın üstesinden gelebileceğini bildiği bir rahatlıkla film izliyor gibi hissediyor kendini. Hayatımız başımıza bir katostrofi geldiği zaman değil; umudumuzu yitirdiğimiz, kendimize inanmayı bıraktığımız zaman bitiyor. Bir de her zaman mükemmel olmak zorunda değiliz. En sevdiğim insanları weirdlıkları ve huysuzluklarını sevdiğim için seviyorum. Buna kendim de dahilim.

               İkinci olaraksa, bu sene, impulsive bir şekilde almaya çok yaklaştığım bir karar oldu. Sanırım hayatımda verdiğim en önemli ikinci karar olacaktı. Annem durdurdu. Aslında şaşırdım, çünkü bizim evde ani kararları genelde annem verir, yani yaklaşık 1 saatlik telefon konuşmamız boyunca annemin yaşadığı şoka şahit olmadan önce kendisinin benim bu plot twist tadındaki kararımın en büyük destekçisinin de annem olmasını bekliyordum. Tabi ben bu kararı versem muhtemelen ertesi gün olmasa da ertesi hafta pişman olacaktım. Annem bu süreçte en büyük destekçim oldu. Muhtemelen ülkedeki adaletsiz zeka dağıtımının şanslılarından olduğu için verdiği tüm tavsiyeler de birbir çıktı. Dışarıda ne yaptığımdan emin gözüksem de içeride çok savruk hissediyordum. O dönemde annemin desteğini unutmayacağım. Şimdi siz bu kız neden hep negatifleri anlatıyor da diyebilirsiniz. İşin aslı şu ki herkesin yaşayıp da söyleyemediği bazı şeyleri kendi özelime de ihanet etmeden anlatarak; üzülmenin, bazen yolunu kaybetmenin anormal olgular olmadığına ikna etmeye çalışıyorum zaman ayırıp blogumu okuyacak kadar entelektüel birikiminin zirvesini yaşayan okurlarımı.

               Üçüncü olarak da, sırada “kendini kabul etmek” deyimi var. Zaten herkes teori seviyesinde kendini kabul ediyor. Zaten yaşamımıza devam edebilmemizin önkoşulu iç sesimizle bir çeşit uzlaşı yaşamamız (ne tarz bir uzlaşı olduğu kabulün hangi evresinde olduğumuza göre değişkenlik gösterir). Ancak gerçek hayatla alakası olmayan akademisyenlere dönüşmek istemiyorsak, bir önceki yazımda da yazdığım gibi; sadece kendi iç monologlarımızda kabul edebildiğimiz yanlarımızı sesli dile getirmeye utanmamamız gerekiyor. Kendi kendine sahip çıkmak bence bu noktada başlıyor. “Ben böyleyim” çoğunlukla çok toksik bir söz olarak duyulsa da, “Ben böyleyim” diyip de kendi sivri köşelerimizin arkasında durabilmek kadar insana özgüven veren bir şey yok. Özgüven demişken, çoğu kişinin kayıtsız şartsız ego olarak kullandığı anlamıyla kullanmıyorum özgüveni. Benim özgüvenim şudur, “Sen kabul etsen de etmesen de ben köşeliyim, ve bu halimle reddedersen köşelerimi törpüleyip kendimi karaktersiz bir yuvarlağa dönüştürmektense, seni hayatımdan ışınlamayı tercih ederim”. İşte bunu diyebilecek kadar sadık olabilirsek kendimize, ancak bu raddede pratik seviyede sadık olabiliyoruz kendimize.

İşte 25’ten 24’e geçerken hayatımın 24. sezonunun theme müzikleri:

1- Torn – Natalia Imbruglia

2- Suddenly I see- KT Tunstall

3- It’s Raining Men – The Weather Girls

4- Papa Don’t Preach – Madonna

5- Bedell – Martino

6- Hot Mess – Nick Rich

Evet.. dediğim gibi hala 1 ay ve1 haftam var. Bu süre içerisinde olağanüstü bir mutluluk ya da olağanüstü bir kriz durumu olursa : ) yine sizlerle bu yazı altından iç dünyamı paylaşmaya devam ediyor olacağım. Umarım kendimle sadece sessizlik değil aynı zamanda huzur bulabildiğim; kendime, fikirlerime, sivri köşelerime sahip çıkabildiğim; sonunda overthinklemeyi bırakıp biraz da bahçedeki ağaçların ve güneşin tadını çıkarabildiğim bir yaş olur.

Jupiter & Uranus kavuşması mı yoksa Merkür Retro mu bilmiyorum ama; iki üç tane önemli şey daha öğrendim. Sanırım bu hızla gidersem 5 madde daha bile eklerim. Kendime not olsun diye yazıyorum.

a) Bir şeyleri telafi etmeye çalışmanın önkoşulu haksız olmak değil değer vermekle alakalıymış

b) Yanlış karar diye bir şey yok, çünkü zaten bir karar verdikten sonra diğer olası kararın sonucunu hiçbir zaman bilemiyor oluyoruz ; o yüzden çok da fikir alma. Alsan da zaten uygulamadığın için en başından alma : )

c) Hayat gezerken daha güzelmiş, “rutinlerim” diyerek sahip çıktığın alışkanlıkları bazen konfor alanını korumak için bahane olarak kullanıyorsun, yapma.

Şunlar da hoşunuza gidebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir