The Secret. Bu adı duymuşsunuzdur. Rhonda Byrne tarafından 2006’da yayımlanan dünyaca ünlü bir best-seller. Popülist her tür eserden kaçtığım gibi yıllaryılı bu kitaptan da kaçındım, çekim yasasına inanmama rağmen, soluğu bu yasayı anlatan başka eserlerde aldım. Fakat geçen hafta bu hafta kitabı okuma şansım oldu. Ve yoğun tempoma rağmen 2 günde bitirdim.
Kitabın yazılış tarihçesi Rhonda Byrne’ın babasını aniden kaybetmesi, iş ve arkadaş çevresiyle olan ilişkilerinin bir girdaba girmesi, yoğun çalışma temposunun onu tükemesiyle başlıyor. Kızı Hayley tarafından hediye edilen bir kitapla yaşamının değiştini söylüyor Byrne. The Secret’ın belgeselini çekeceği zaman çoğu Secret practitioner’ının yüzdeyüz kesinlikle belgesele katılacağından emin olmadıklarını anlatıyor, fakat yola öyle bir inançla çıkmış ki, 8 ay sonunda 55 practitionerla belgeseli tamamlamışlar.
Peki nedir bu secret?
Öncelikle anlamamız gereken şey, Secret’ın neden bilimsel bir temeli olduğu. Elinizi tutup baktığınızda fiziksel bir kütle görseniz de; işin aslı, mikroskop altında incelediğinizde eliniz enerji titreşiminden ibarettir.Yani, E=MC^2 : kütle ve ışık =enerji. Peki enerjiyle alakalı neler biliyoruz? Enerji titreşimdir, birine dokunduğunuzda sıcaklığını infrared, görüntüsünü ise ışık enerjisiyle algılayabilirsiniz. Şuanki bilimsel metodoloji, beyin scan’leriyle beraber beyninizin yaydığı enerjiyi bile görüntüleyebiliyor. Fakat yine de düşüncelerimizin titreşimden yoksun olduğu konusunda ısrarcıyız. Oysa aynı düşünceyi tekrar tekrar düşündüğümüzde, aynı titreşimi defalarca çevremize yaymış oluyoruz.
Energy is attracted to like enery. → Thoughts become things.
Hepimiz zenginliğini aniden kaybetmiş, ardından yine eski malvarlığına kavuşmuş insanlar tanırız. Bunun sebebi, bu insanların zenginleştikten sonra kaybetme korkularının depreşmesi, ardından mal varlıklarını kaybedince kaybetmeye korktukları bir şey kalmamasıyla birlikte, baskın düşüncenin: zenginliğini yitirmektense, bolluğa dönüşmesidir.. Aynı şekilde sık verilen bir örnek de, uzun süredir görüşmediğiniz bir arkadaşınızı aklınızdan geçirmenizden sonra telefonunuzun çalmasıdır, veya günboyu mırıldandığınız bir şarkıya iş dönüşü radyoda denk gelmenizdir. Yaydığımız enerjinin etki ve tepkisini kabul ettiğimizde, enerjimizi yükseltmekten başka seçimimiz olmadığını anlıyoruz. Bunu kişisel gelişim olarak görmeyin, psikolojik olarak da daha yüksek bir enerjide olmak sizi daha resilient kılar, ki bu da zaten hayat akışınızdaki sorunları önemli ölçüde azaltır. Ve nasıl ki televizyonda frekansı değiştirmeden kanal da değiştiremiyorsak, hayatımızda da odaklı düşünceleri challenge etmeden şuankinden bile iyi bir versiyonumuzu yaratamayız 🙂
Size kısaca kitapta dikkatimi çeken birkaç altbaşlıktan bahsetmek istiyorum.
- “I don’t want epidemic”: Çekim yasasının birçok insanda işe yaramamasının seebi insanların korkularına o kadar sıkı sıkıya yapışmasıdır ki, artık dominant düşünce ne istedikleri değil, ne istemedikleridir. Evren mesajın “don’t” kısmını incelemez. O yüzden de korktuğunuz başınıza gelir. Dolayısıyla bir dilek dilerken “hastalıktan kurtulayım” değil, “iyileştim” şeklinde dileğinizle aynı frekansta olduğunuz mesajlarda bulunmak önemli. “The law of attraction is not biased to wants or don’t wants. When you focus on something, you are really calling that into existence”(Lisa Nichols).
- Kitabı okurken benim aklımdaki soru, nasıl korkulardan arındırılmış bir şekilde düşüneceğimizdi. Ama kitapta negatif düşüncenin pozitiften 1000 kat daha az etkili olduğu yazıyor. “Oftentimes when people begin to understand the Great Secret, they become frightened of all the negatitve thoughts they have, they need to be aware that it has been scientifically proven that an affirmative thought is hundreds of times more powerfrul than a negative thought” (Michael Bernard Beckwith).
- “Time Delay”: İstediklerimizin hemen olmaması bize onların gerçekten olup olmasını istemediğimizi düşünme fırsatı verir. Böylece neyi istediğimizden emin oluruz. Anında düşünce sistemimize cevap veren bir sistemde yaşıyor olsaydık her negatifte gerçekliğimizi katostrofik boyuta getirebilirdik.
- “Nothing can come into experience unless you summon it through persistent thoughts”
- Gratitude: Hayatınızdaki şeylere şükür duymak enerjinizi yükseltir, sizi alma frekansına çeker.
- Feelings- Automatic thought sensors: Günde yaklaşık 60,000 düşünce aklımızdan geçer, hepsini denetlememiz tabii ki imkansız, ancak duygularımız otomatik kontrol sistemi gibidir. Frekansımızı duygularımızla ölçümleyebiliriz. Mutlu hissedip negatif düşünmek imkansızdır. Dolayısıyla her düşünceyi modifiye etme çabasına girmek yerine genel olarak iyi hissetmeyi seçebiliriz.
- Visualization: Detaylı bir şekilde hayalinizi canlandırma çalışması yapabilirsiniz. Olmuş gibi düşünerek yapmanız çok önemli, zaten visualisationi daydreamingden ayıran nokta da bu. Veya visionboard yaratarak odanıza asabilirsiniz.
Son olarak önemli bir not eklemek istiyorum,hayatta her zaman her şey istediğimiz gibi olmayabiliyor, üzücü kayıplar yaşıyoruz, hastalıklarla boğuşabiliyoruz, iş stresimiz artabiliyor, kısacası hayatta her şey olabiliyor 🙂 Ancak umut etmek ve yeni başlangıçlara inanmak bizi yaşayan ölüler olmaktan kurtarıyor. Yaşamla inatlaşmaktansa bir şeylerin daha iyi olacağına inanmamız gerektiğini düşünüyorum. Hayatı kaç kere yeniden başlamaya cesaret ettiğimizin toplamı olarak düşünürsek, Secret bunun için güzel bir tool. Sizi korkutacak kadar büyük hayaller kurmanızı dilerim 🙂
Kaynakça
The Secret, Rhonda Byrne, kitap
The Science of The Secret, Youtube