Bu aralar sözlü şarkı dinleyemediğimi fark ettim. Ben hiçbir zaman sözlere dikkat etmedim galiba. Çünkü her müzik dinlediğimde kendimi çevremden soyutlamayı başardım, hayallerimde ben apayrı bir yerdeydim, ya da geçmişteydim, yanlışlarımı doğruya çeviriyordum… Özetle bu itirafı kendime yapabildikten sonra enstrümental çok daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Sanki ruhun kendi şişesinden aşağı döküldükten sonra zeminde oluşturduğu inanılmaz renklerin şarkısı gibi gelmeye başladı klasik. Yani aslında paramparça ve dağınık, ama çok estetik bir bozulmuşluk. Her sözlü müzik hayatla ilgili kesin bir kanının ürünü değil midir. Hem sözlere nasıl güvenilir ki? Kendi aklımda bile milyon sonuca başka milyon şekilde gelebilirken, hayat üzerine yapılan acemi saptamaları dinlemek bana artık eskisi kadar keyif vermiyor. Belki de uzun süredir kendimi dinlemeyi unuttuğum için bu aralar klasik müziği kendimi dinleme aracı olarak görmeye başladım. Bence hayatın bazen küçük mucizelerini, bazen melankolilerini, bazen yıkılan umutlarını ve bazen de olmaz denilen her şeyin olabilirliğini klasikten daha güzel anlatan bir müzik türü yok. Fakat en çok şuna üzülüyorum ki, klasik müziği de klasik edebiyat gibi tekeline almış insanlar var. Ve açıkçası şunu merak ediyorum, ruhları dinlediği müzikle caka satacak kadar derinliksiz insanlar bu müzikleri duyduklarında akıllarına ne getiriyor olabilir? Zihninde derin duygu ve düşüncelere ev sahipliği yapmayan hiçimse bu iki genre’yı da idrak edemez. Böyle böbürlenen insanlar yüzünden yıllardır klasiğe önyargılı olduğumu fark edince daha çok sinirleniyorum.
Çağrışım yaptıramayan bir müzik; klasik ya da değil, her zaman boştur bence. Tıpkı diğer insanlara sempatimizin çıkış noktası gibi, müzikte de bizim bir parçamızı taşıdığını düşündüğümüz parçalardan haz duyuyoruz. “Klasik” tabirinin geçmişten gelen prestijini, klasik dinliyorum veya klasik edebiyat okuyorum diyerek kullanarak böbürlenenlere normal dışı bir öfke duyuyorum, çünkü bir insanın gözünün içine baka baka yalan söylemeye benziyor bu. Kitap okurken kahramanın hissettiklerini anlayacak deneyimi henüz edinmemiş olanlar, veya benim gibi psikoloji nerdlerinin psikologların bahsettiği duygu durumlarını okurken kendinden bir şeyler bulamayanlar; keyif alamaz kitaptan ve müzikten. Ve bir türü dinliyorum, bir tarzda edebiyat okuyorum diyecek kadar sığ olan insanların da bu iki sanattan da kitaptan ve müzikten kesinlikle hiçbir şey anlamadığını düşünüyorum. Etrafında mükemmel insan algısı yaratmaya bu kadar meyleden insanlar, ruhun asimetrikliğini anlatan bu tarz müziklerden veya kitaplardan keyif almaya yapısal olarak müsait değiller. Zaten buradan çıkarımlar yapabilmek için ruhun biraz burnunun sürtülmesi gerekiyor; ki aşınmaların aşinalığı uyansın içimizde.. Yani önkoşul kendi ruhumuzun yozlaşmış yerlerini kanıksamak..Lacan’ın tabiriyle, ötekinde kendimizin yansımasını görmek gibi, klasikte de farklı olayların ruhun aynı köşesini sürttüğü bestecilerin parçalarıyla bağ kurabiliyoruz.
Sözü uzatmadan kendi ruhumun şarkıları gibi hissettiğim beş parça bırakıyorum. Mutlaka dinleyin, tabi size keyif vermek zorunda değil; hikayesi farklı olanların melodileri de apayrı olabiliyor..
A Fragment of My Soul- Invadeble Harmony
Vivaldi Variation (Arr. For Piano) -Antonio Vivaldi, Florian Christl
Dance For Me Wallis- Abel Korzeniowski
Lament- Invadable Harmony
Serenade- Franz Schubert, Eugene Ormandy, Philadelphia Orchestra