Konuşurken sakil duyulan cümleler yalnızca yazınca samimi geliyor bana. Belki de “sözde” değil de “gerçek” kırılganlıkları konuşarak aktarma kültürü henüz gelişmediğindendir. Her ne kadar her yerde bir “kırılganlıklarınızı anlatın, embrace your vulnerability” kültürü olsa da gerçekten çirkin olduğuna inandığımız hiçbir yarayı hiçbir şekilde paylaşamıyoruz, çok emin olduğum çok az şeylerden biridir bu. Kırılganlıklarımızın ağırlıklı ortalaması yaş aldıkça artıyor ve baş etmek için katılaşacak kadar kendimizden emin değilsek her yeni kötü deneyim bir soru işareti daha ekliyor beynimize.. Eskiden kırılganlıklardan bahsetmenin çok kolay olduğunu düşünürdüm. Ama daha sonrasında kırılganlıklar hakkında konuşmanın kırık bir kemiğin üzerine bası yapmaktan farksız olduğuna kanaat getirdim, travmalarına unresponsive kalan insanların kırıkları genellikle yanlış kaynamış oluyor; travmalar üzerine konuşamayanlarınsa kafalarında geçmişin kendini yinelemesinden duydukları korku sürekli kendini tekrarlıyor.
Örneğin bir erkeğin annesinin ilgisiz bir kadın olduğunu söyleyebilmesi ve yıllar geçtikçe kendisinin de annesinin sevgisizliğinden etkilenmeyecek şekilde “mesafe” kisvesinde bir kabuk bağlamasını ifade edebilmesi, sırf bu yüzden kendisini eksik hissettiren ilişkilerde daha “evde” hissettiğini söylemesinden binlerce kat daha kolaydır. Halbuki ikisi de “kırılganlık” sınıfına dahildir. Fakat ilki annesiyle ilgiliyken ikincisi kendisiyle ilgilidir.Ancak şuan içinde yaşadığımız kültür sadece başkalarının bizdeki iz düşümlerini anlatmamıza müsaade ediyor, konu kendimize gelince hiçbir şeyi filtrelemeden anlatamıyoruz. Son zamanlarda aile dizilimi faciasının bu yüzdek pik yaptığını düşünüyorum. Ve sanılanın aksine broken olduğunu kabul etmek daha çabuk iyileşmeye sebep olmuyor. Çünkü gerçekten iyileşebilmenin grafiği lineer değil son derece düzensiz gerçekleşiyor.
Geçtiğimiz günlerde Instagram’da bir reel gördüm, kendisine büyü yapılan bir adam etrafındaki tüm kadınları realiteden bağımsız olarak çok güzel görmeye başlıyordu. Kendi travmalarımızda bunun tam tersi bir körlük yaşıyoruz. Gerçekten bizi derinden kırmış olan her ne varsa bunun izlerinin üzerimizde çok çirkin gözüktüğü varsayımıyla yaşıyoruz, üstümüzü değiştirmektense de herkes gidene kadar saklanmak çok daha kolay geliyor; sanki ışıklar açıkken soyunamamak gibi bir şey. Gabor Mate’nin travmalar üzerine bir kitabını okuyorum şuan -The Myth of Normal-, zaten hiçbir acının sonsuza dek unutulamayacağından, beynin bir bölümünde sırf travma depolamak için bir alan olduğundan bahsediyor. Kitaba göre öz kontrolümüzü bıraktığımız anda, bilinçdışımız eski mutasyonlaşmış ayarlarımıza geri döndürüyor bizi.
İnsanların eski arkadaşlıkların önemini çok abarttığını zannederdim. Ama şimdi çeşitli olaylara karşı verdiğimiz tepkilerin geçmişteki hangi deneyimimize istinaden olduğunu söyleyen arkadaşlarımızın çok büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. (Zeynepcim burada senden bahsettim : ) Hepimizin ne zaman üstümüze çirkin gelen bir şey olduğunu düşünsek, sorunun giydiğimizde değil görme bozukluğumuzda olduğunu anımsatacak insanlara ihtiyacı var.
Her şeyden bağımsız olarak bana kırılganlıklarımızı anlatmak aslında bazı sorunları içimizde aştıktan sonra değil; aşarken yapmamız gereken bir şeymiş gibi geliyor. Kendi içimizde kendimizi kabul ettiğimize inansak da; en yakın çevremizden dahi saklamamız gerektiğine inandığımız bir şeyler taşıyormuşuz gibi yaşamak, yine bazı şeyleri sandığımızın aksine içimizde de çözümleyemediğimizi gösteriyor. Tabii ki travmalarımızı etrafa saçalım mantığında söylemiyorum, ama kendinizi gerçekten hayatınızda önemli olan insanlardan itinayla saklamaya çalışırken buluyorsanız bazı şeyleri, bu korkunun bir üzerine gidin derim. Daha karşınızdakinin tepkisini görmeden kılıf biçmeye çalışıp saklanmak, kendi kendine saklambaç oynamak gibi geliyor bana. Kendimizle alakalı çatlakları saklamaya çalışırken köşesiz, yuvarlak ve dümdüz insanlar olup çıkıveriyoruz. Zaten baştan aşağı kurallarla dolu ve herkesin mükemmeli oynamaya çalıştığı bir dünyada daha fazla harika insandansa daha çok gerçek insana ihtiyacımız var…