Bahar

Bu diziyi benden başka bu denli düşünerek izleyen var mı bilmiyorum. Ancak sadece zaman öldürmekten öte anlamlar taşıyan bir yapım olduğu kesin. Umarım uzun soluklu bir dizi olur, çünkü yaşadığımız coğrafya olarak “iyi”lerin de güçlü olabildiğini, ille de bir şeyleri sürdürmenin değil bırakmanın da başarı olduğunu, ısrarcılıkla evliliğin ya da beyaz atlı prens arayışının gerçekte hayatı erteleme bahanesi olduğunu anlamaya çok çok çok ihtiyacımız var.

Bahar diye bir dizi çıktı. Siz duymadıysanız da annenize sorabilirsiniz. O mutlaka izliyordur : ) Türk dizilerini varoluşsal krizlerden kaçmak için birincil çözüm bellediğimden dolayı ben de dizinin sıkı takipçisiyim. Dizi, yıllar boyu hayatını eşine ve çocuklarına hediye eden ve sanki dünyada kapladığı yeri meşrulaştırması için birilerine hizmet etmesi gerekiyormuş gibi düşünen Bahar’ın; ani bir farkındalıkla kendi yaşamının kıymetini hatırlayıp, ev kadınlığından yarıda bıraktığı tıp öğrenciliğine devam etme kararı alıp, yaşam öyküsünü 180 derece değiştirmesini konu alıyor. Dizinin benim ilgimi çekmesinin en önemli sebebi, genelde hep acı yarıştırması yaptığımız toplumumuzda ilk defa, hayatının ne kadar saçma ve karışık bir hal almasına aldanmadan ve kurban psikolojisine girmeyen bir kadın kahraman görüyoruz. Çünkü bazen acı çok ağır geldiğinde, neden benim başıma geldi sorgulaması yapmak, hayatı yoluna koymaktan daha kolay gelebiliyor. Özellikle de bizimkisi gibi “iyi insan” tanımını bir tokat atıldığında diğer yanağını çeviren kişi olarak tanımlayan kültürlerde.

 Ülkemizde gözlem yeteneği az da olsa iyi olan herkesin de fark edeceği gibi genelde güçlü karakter kötüdür, iyiler de iyiliklerinin bedelini ezilerek öderler. O yüzden de özellikle duyguları göstermemek üzerine kurulu Ortadoğu kültürünün nüfuz ettiği medya platformlarında; istediğini elde eden karakter her zaman kötülerdir, ya da saf kötü olmasalar da bilinçli olarak başkalarının canını acıtmış olmalarını kafaya sizin benim kadar takmazlar. Bizim kültürümüzde rüzgarın iyilerin lehine dönmesi içinse mutlaka bir dışsal destek gerekir (bkz. Beyaz atlı prens) , çünkü iyilerin şartları evirip çevirip kendilerine döndürmek gibi ne bir vizyonu ne de gücü olur. Ben, bunu biraz da dinin yanlış yorumlanması olarak okuyorum. İyi insanların iyi olmasının amacı, başlarına iyi şeylerin gelmesinin Allah’tan garantisini almak olarak yorumlanıyor çünkü. Yani “güzel bir hayat kurgulamak için alınan 0 aksiyon fakat iyi bir niyet” sanki güzel bir kaderin önkoşulu gibi görülüyor bizim coğrafyamızda. Ancak Bahar dizisinde uzun süredir hem iyi hem de güçlü bir karakter görüyorum. Aşağılanmalara ağlamayan, yıllardır hevesle inşa ettiği evliliğinde yanlışların doğruları götürdüğünü anladığı anda arkasına bakmadan gidebilen çok güçlü ama bir o kadar da çok iyi bir kadın görüyoruz. Çok iyi demişken… Sizce nedir çok iyi? Ben bu sorunun üzerine çok düşündüm. Yıllardır düşünüyorum. İyi olmak demek zaten güçlü olmak demektir bence. Güçsüz bir insansanız ve olaylar karşısında seçenekler edinecek kadar etki alanınız yoksa; irade inisiyatifi işin içine girmediği için iyi bir insan sayılamazsınız. Eğer iyiliği ya da kötülüğü tercih edebileceğiniz bir durumda olmanıza rağmen yine de iyiliği seçiyorsanız iyi bir insansınızdır. Yani elinize kötülük yapma imkânı geçecek güce sahip olmadan “iyi” bir insan sayılmazsınız bana göre.

 Beni en çok dizinin son bölümü etkiledi. Bahar, aldatıldığını öğrenip evi terk ettiği akşam deliler gibi içip haykırırcasına ağlamasına rağmen, ertesi gün dimdik tekrar iş yerine gidiyordu. Her ne kadar güçlü, bağımsız ve dik kadınlar olsak da; bunu gerçek hayatta %90’ımız yapamayız, o yüzden abartılı bir senaryo olduğunun ben de farkındayım. Ancak yine de verilen mesaj olarak bakınca; kendi kabuğuna çekilip, olanlar için Allah’ı, kocasını, ya da kendisini suçlamak yerine; hayatını kirleten insanları odağından çıkarıp kendi yaşamına devam etmeye çalışması benim inanılmaz hoşuma gitti. Bahar’ın başına gelenler dizinin ilk bölümünden son bölümüne inanılmaz bir katastrofi olsa da, Bahar’ın duruşu o kadar güçlü ki, dakikalarca ağlarken bile sonrasında gösterdiği yaşama devam etme hevesinden ötürü ona “güçsüz” diyemiyorsunuz. Benim gözümde onlarca “maskülen” erkekten daha güçlü Bahar.  Geçenlerde bir kafede arkadaşımı beklerken arkamda oturan masayı istemsizce dinlemiş bulundum. Sevgilisinden yeni ayrıldığını tahmin ettiğim bir kıza “Canın çok yansa da ayakta durmak zorundasın” diyordu arkadaşı. Her ne kadar çok basit bir tavsiye gibi görünse de ve muhtemelen bunu diyen kişi dediği şeyin önemini kendisi de fark etmemiş olsa da; canımızın çok yanması ve ayakta durabilmek kesişmez kümelermiş gibi gelmişti bana o güne dek. Sevdim bu basit ama aslında çok derinlikli bakış açısını. Üzülmek ve üzgün davranmak arasında bir fark olduğunu kanıksamamız gerekiyor bence. Beden ve zihin bir bütün olsa da; duygu ve davranış bir olursa olaylar karşısında zekamızın söz hakkını kaybediyoruz. Bahar’da da bunu görüyorum. Acıyı en derinden hissetse de, kendine borçlu olduğu güzel hayatı kurabilmek için acısının davranışlarının katalizörü olmasına izin vermiyor.

Bu diziyi başka benim kadar düşünerek izleyen var mı bilmiyorum. Ancak sadece zaman öldürmekten öte anlamlar taşıyan bir yapım olduğu kesin. Umarım uzun soluklu bir dizi olur, çünkü yaşadığımız coğrafya olarak “iyi”lerin de güçlü olabildiğini, ille de bir şeyleri sürdürmenin değil bırakmanın da başarı olduğunu, ısrarcılıkla evliliğin ya da beyaz atlı prens arayışının hayatı erteleme bahanesi olduğunu anlamaya çok çok çok ihtiyacımız var.

1 Yorum

  1. En son söyleyeceğim şeyi en başta söyliyim. Kontrol etme isteği. Bunu erkek egemen yada kadın egemen olarak ele almıyorum. Bir yerde egemenlik varsa, kontrol etmek vardır. Kardeş ilişkileri, aile ilişkileri. Sağlıklı bir ailede büyümek önemlidir. Büyüyünce yapılan hataların çoğu, aslında çocukluktaki yetişme tarzıyla ilgilidir. Çocukken yetişilen ev, her şeyin temelidir ve sizin ileride içine düşeceğiniz durumun altyapısını hazırlar. O yüzden yetişilen ev önemlidir. Ebeveynler kontrol etme istekleri ile evlatların birey olma ihtiyacını gözardı etmeleri ileride büyük hata yapan yaşı buyuk ergenlerin buyumesine sebeptir. Risklidir. “Canın çok yansa da ayakta durmak zorundasın” bu cumleyi takip edelim. Eğer canı yandıysa, demek ki birisi canını yakmış…Peki canını yakan gercekten sevse o kişinin canının yanmasına musade eder miydi? Toksik bir ilişki. Daha önceden de sinyallerini alsa da görmezden geldiği yada buyutmek istemediği için canı yanmış. Belki de canı yanmadan ilişkiyi sonlandırmalıydı. Muhtemelen yıllardır kontrol edilen biri oldugu için karşıdakinin kontrolüne de kabul eğilimliydi. Sonradan gelişen olaylarla zincirini kırarken doğal bir tepki olarak canının yandığını hissetti. Bu durum kötü müydü? aslında kendisinde olan bir özelliğin ortaya çıkışıydı. Kendini anlaması adına önemliydi. Kötülük ve iyilik kavramlarını net tanımlamak yerine perspektifsel tanımlamayı tercih ediyorum. Bugunkü tum teknolojilerin gelişmesinin ve avrupadaki reformların sebebi eşini aldatan ve metres tutan bir ingiliz kralı sayesinde başlamış olması, bakış açısına göre toplumsal olarak ele alınırsa iyi bir şey gibi düşünebilirsiniz. Peki eşini aldatıp metresi ile ilişki içinde olması iyi midir? İyi ve kötü o yüzden zaman içinde aynı kalabilir yada değişkenlik gösterebilir. Dizideki kahramanın yaşadıkları güçlü bir duruş mudur yoksa tepkisel bir sinirlilik hali ile duyulan yükselme midir? butun bunlarla beraber daha özgürleştiğinin göstergesi olduğu çok net görünüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir