Özellikle bizim jenarasyonlarda olan manik halde bir mutlu olma güdüsü var. Bence çoğumuzun tatmin olamayışının, her başarıyı bir sıçrama tahtası gibi görmemizin altında yatan da bu bizi nefessiz bırakan mutlu olma takıntısı. Öz değerimizi o kadar çok dışsal confirmationlara bağlıyoruz ki, olanı sevmeyi unuttuk. Örneğin ben organik market gezmeyi, evime alacağım her gıdayı en iyi neresi yapıyorsa üşenmeden gidip o lokasyondan almayı seviyorum; fakat en son ne zaman bunu yaptım hatırlamıyorum. Bu jenarasyona dair eleştirdiğim her özellik bende var, başka türlü de nasıl varolabiliriz bilmiyorum, bize öğretilmedi. Kişisel gelişim kitaplarında da her daim huzurlu ve mutlu olmak sanki doğal bir statemiş gibi lanse edildiğinden dolayı; en ufak bir huzursuzluk bile bizlere veba’ymış gibi geliyor. Instagrama girdiğimde veya TikTok izlediğimde (evet utanarak söylüyorum beni bir TikTok hesabım var) gördüğüm her şeye aynı anda sahip olan insan profili bana ilham vermekle beraber aşırı derecede yormaya da başladı.. Mükemmelliyetten çok sıkıntıları normalleştirmemiz gerekiyor. Kötü hissedince neden böyle hissediyorum sarmalına girmektense, bugün de biraz böyle oldu diyebilmek en büyük kişisel gelişim bence.
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, sanki her şeyi aynı anda elde etmek zorundaymışız gibi. Ama inanın ne günlük hayatımızda karşılaştığımız kişiler, ne sosyal mecralarda takip ettiğimiz influencerlar; kimse aslında her şeye sahip değil. Algı operasyonu üzerinden yönetilen yaşamlarımızda bunu hatırlamak çok zor, farkındayım.. Mükemmel görüntülerimizin dışında bizlerden beklenilen; 30 yaş altında Forbes 30 Under 30 eşleniği bir yere konumlanmamız, sağlıklı beslenmemiz (ki bu arada bunun için de ciddi bir meal prep time’ı gerekiyor), ailelerimizle yeterli vakit geçirebilmemiz, bunları yaparken kendi anlam arayışımıza da devam ediyor olmamız, mesleğimizle alakalı global trendleri takip ediyor olmamız ve tüm bunları yaparken yorulmamamız aksine çok mutlu olmamız.. Bu alanların hepsinde yüzde yüz olamadığı için bana gelen arkadaşlarıma hep söylediğim şey; aslında kimsenin ne yaptığıyla alakalı bir fikrinin olmadığı. Bir amacınızın olması çok güzel ama maalesef çok değişkenli hayatlarımızda destinasyonu belirlesek de oraya ulaşırken çizdiğimiz rotaya nadiren sadık kalabiliyoruz.
Bunlara değinmiş olmam tabii ki de gerçekliğimizi değiştirmeyecek. Ancak zaman ayırıp okuyanların şunu bilmesini istiyorum ki, çoğumuz elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Örneğin az önce; çok az tanıdığınız birinin yazısına girdiniz belki bir faydası olur diye, bu bile kendinize sadakatinizi göstermez mi? Belki yaptıklarımız zihnimizin içinde sürekli konuşup duran iç seslerimiz için yeterli değil; ama sandığımızın aksine iç seslerimiz her zaman doğruyu söylemez. İç seslerimiz (eğer Tibette yaşayan bir guru ya da yetkin bir psikolog değilseniz) sadece kendi yaşamımızdaki olayların örüntüsünden ve hormonlarımızın o günkü modundan oluşuyor. Objektif olarak bakmayı başarınca; gündeki 24 saatin 8’ini uykuya; 9’unu işe, 1’ini spora, 1 buçuk saatini de yola ayırdığımızı düşünürsek; şu ana kadar yaptıklarımız, kendimize her yarım saatte bir koyduğumuz KPI’lardan çok daha değerli. Hala bazı şeyleri yapamadığınızı düşünüyorsanız, hayatınızla alakalı net bir hedefiniz yoksa bu sizi “yetersiz” değil, “insan” yapar.