Bu kitabı Agah Aydın’ın enfes Lacan referanslarına istinaden aldım. Aşkı anlayabilen yoktur. Fakat kanımca en iyi anlatanlar Freud ve Lacan. Lacan’ın aşk üzerine tezi hiçbir zaman bir ötekinin öznelliğine ilgi duymadığımız üzerine kurulu.. derdimiz anlamaya çabalamadan anlaşılmak. Karşı tarafı anneleştirmek. Çirkinliklerimizle sevilmek istemek. Annemizle fiziksel bağımızın koptuğundaki ayrılık acisini, ığdış edilişimizin yasını başkasından alacağımız bir parçayla kapatmak istencimiz- Tu me manques yani bir parçam sende kaldı deyişi burada çok yerinde-. Fakat Lacan’a göre aradığımız eksiklik bir başkasında bulunamaz, aşkın en temel yanılsaması bu. Aşkın semptomları üzerinden konuşulabilir ama çıkış noktasını tarif etmeye çalışmak boş bir çaba “The moment öne begins to speak about love, öne descends ınto imbecility.”(Lacan). Eğer aşkın orijinine gideceksek buna ilk olarak arzuyu tetikleyen unsurlardan başlamam gerek. İlginçtir ki erkekler de kadınlar da arzulanan olabilmek için karşı cinsin kıstaslarına değil kafalarındaki rol modellere benzemeye çalışırlar. Arzu, artık ötekinin arzusu olmuştur. Hayranlık, karşı cinsten, karşı cinsin ilgisini yönelttiği bir üçüncü kişiye kaymıştır. Bu noktada ortaya çıkan bir ideale erişme çabası, aşkın narsizmi ele almadan tartışılamayacağına götürür.
Günlük hayatta bu ideali en çok zayıflık tutkusunda görüyoruz. Daimi olarak eşcinsel erkeklerin yönettiği moda endüstrisinin normal kadını, seçtiği ultra ince modellerin domine ettiği bir görsel medya bombardımanına tutması kadını histerikleştirmekte ve ulaşılması zor sürdürülmesi daha zor bir çabaya sokmaktadır. İroniktir ki,dergi kapaklarını süsleyen 32 beden modellerin gerçek hayatta çoğu erkek tarafından hiç de çekici bulunmadığının bilinmesine karşın, anlamsız diyetlerle hayatı kendilerine zindan etme eğilimi kadınlar arasında sık görülen bir durum. Bu noktada yine idealleştirilen rol modellere karşı duyulan tutku, aşka üstün gelmektedir. Çünkü yine baz alınan arzu bir kadın için erkeğin arzusu değil, toplumun arzusudur.
Kitapta tartışılan diğer ilginç konuysa, terapist ve hasta arasındaki bağ. Bir terapist hastasını gerçek anlamda sevemez, sevmemelidir. Çünkü aşk karşılık ister, ve gerçek bir psikanalist, sevilmemek bedelini göze alarak hastasının yüzüne gerçekleri vurmalıdır (hasta psikotik olmadığı müddetçe).
Bu kitabı size tavsiye etmemin önkoşulu önceden Lacan’a aşinalığınızın olmasıdır. Aksi takdirde içerisindeki bilgiler size çok teorik gelebilir. Aynı zamanda kitabı okumadan Platon’un Şölen’ine de bir göz atmak isteyebilirsiniz. Çünkü son bölüm Şölen’i Lacan ekolünden anlamak üzerine kurulu. Son olarak kitap sizi tatmin ederse Agah Aydın “53- Freud’dan Lacan’a: Neden aşık oluyoruz?” isimli podcastini de dinleyin derim, çok keyif alırsınız…
1 Yorum
neden aşık oluyoruz? konunun orijinaline giriş yapalım. öncelikle aşk denilen olgunun varlığı ile ilgili onlarca şarkı, hikaye, roman yazılmış ve yazılmakta iken bunu kusursuz, güvenli bir bağımlılık etrafında ele alsak çok hata yapar mıyız? kişilerin annelerinin eksikliğini tamamlama yönünde hayatlarına birilerini dahil ederek bu açığı kapatması da annesiyle kurdugu özel bağın kusursuz, güvenli olmasından ileri geldiğini söylemek kulağa nasıl geliyor? yaşanılan sevgi açlığı zamanla kişilerde bunu kapatmak için garip yollara basvurulmasına sebep oluyor mu? zamanla artan seksüel hormonların yarattığı çiftleşme hissiyatı ile aşk hangi noktada sağlıklı bir doyum sunabilir? hem birine karşı yogun seksüel duygular beslerken hem de aşık olunabilir mi? olunamaz mı?diyelim ki bu ikisi birbirine çok bağlı. fakat evli bireylerde zamanla artan boşanmaların sebebi aşkın bitmesi mi? yoksa kişilerin hayalinde yasattıgı o kusursuz guvenli ilişki bekledikleri gibi çıkmadıgı için mi bitmiştir? bu anlamda zamanla o aşkı taze tutabilmek için bireylere iş düşmüyor mu? taze tutmak isteseler bile bu ne kadar mumkun? aşk olunan kişinin kusurlarını görmezden gelirken, zamanla kusurlarını gormeye baslamak aşkın bittiğini mi gosterir yoksa ilişkinin rayına oturmaya ve aşkın da olgunlasmaya ve hatta kendini revize etmeye basladıgını mı gosterir? eskiden evlenen büyüklerimizin ilişkilerinin ölene kadar devam etmesi onları birbine aşık oldugunu mu yoksa mecbur oldugunu mu gosterir? her mecburiyet de kötü müdür? ve bu anlamda aşk olmadan da sağlıklı ilişkiler götürülebiliyorsa ve aşk yüzünden dalgalı buhranlı süreçler yaşanması sözkonusuyken, acaba aşk anlatıldıgı kadar güzel mi yoksa zararlı mı?sadece bakteriyken, aşk duygusuna sahip olmaya başlayan insan türünün bunu türünün devamlılığı için evrime dahil ettiğini fakat özünde gerekli koşullar sağlanıp istenilen sonuç alındıgında ( yeterli sayıda minnak bebekler ) ıskartaya çıkarması baska bir sebep olamaz mı? tıpkı apandisitin de artık kullanılmaması gibi. tıpkı koyun yünü gibi tüylüyken tüylerimizin azalması gibi. belli bir zaman sonra aşkın da üremeye katkısı olmazsa ortadan kalması mumkun olabilir mi yada baska bir yone mi evrilir? aşkın yönlendirdiği cinsel hazdan insanoğlunun vazgecmesi mumkun olabilir mi? mumkun olmadıgı takdirde devam etme ihtimali yüksek midir? aşk kadın ve erkekte temelde eksik olduklarını düşündükleri fonksiyonları karşı cinsi dahil ederek onun niteliklerinden faydalanmasını sağlayarak bir sonraki neslin hayatta kalmasını sağlamaya yönelik daha guclu bireyler mi meydana getirir? oyüzden erkekler hala sıfır beden kadınlar yerine kıvrımlara sahip dolgun kadınlara ilgi duymakta? zaten erkeklerde kıvrım yok, napsın sıfır bedeni diye düşünebilir miyiz? kendini sokakta evde guvende hissetmek isteyen bir kadın kaslı ve dövüş bilen bir erkekle birlikte olmayı da istediği için mi ona aşık olmaya yatkındır? yani özünde kendi bencillerinden kaynaklı bir kapalı anlaşmayla yeni nesli meydana getirmek için yapılan süreli bir sözlesme midir? e o zaman iki gayin birlikteliği nedir? ama gayler de cocuk sahiplenmiyorlar mı? herkes de aşık olabilir mi?