Linear ve Upward

Kendimle ilişkimin linear ve upward ilerlemesi zorunluluğu olmadığını öğrendiğimden beri, seçtiği dersin finalinin olmadığını final haftası öğrenen bir öğrenci gibi rahatım. Bazen kafamın içinde durmadan konuşan kızı susturmayı başarabiliyorum, sesi çok yüksek çıktığında ve kontrolü ele geçirdiğinde farkına varıyorum onun. Konuşmasına fırsat verdiğim için de kendimi kutluyorum. Çünkü genelde her şey çok yolunda rolü, bir şeyleri kabul etmekten daha kolay geliyor. Ve kabul edelim, bu rolü hepimiz çok güzel oynayabiliyoruz. İlla ki yalan söylemekten bahsetmiyorum; duyguya bağımsız, hissiz gülümsemelerde profesyonelleştiyseniz, bu rolünüzün uzantısı olabilir. En kötü tarafı şu ki, başkalarıyla birlikte kendimize de oynuyoruz. Taktığımız maskeler var evet. Ama bazen bu maskeleri içselleştiriyoruz ve aynaya bakarken dahi çıkarmıyoruz. Beni en çok düşündüren kendimize oynadıklarımız. Şunu fark ettim ki, sahte mutluluklar yaşamaktansa hakiki bir üzüntü yaşamak çok daha kalenderce. Çok daha rahat değil ama. İçinizdekiyle konuştuğunuzda (ki bu da sadece delilere özgü değildir, fakat sadece deliler bunu sesli yapar); yolunda gitmeyenlerin bir listesini veriyorsa elinize, araya reklamlar almadan yolunda gitmeyenleri kanıksamak gerek diye düşünüyorum. Post Traumatic Stress Disorder tanımına baktığımızda da zamanında çözümlenmemiş her konunun yanardağ patlaması şeklinde yaşamda delikler açabildiğini görüyoruz zaten. Kendi devinimlerimiz ve eforumuzla gerçekten iyi şeyler yapmak istediğimiz hayatlarımızda, bugünün problemlerini sessizce yarına öteleyip, yarın gelince de şaşırmış ve bu olanları hak etmemiş bir mağdur rolü oynamak; en çok kendimize saygısızlık.

Fakat inkar etmeyelim ki, içimizdeki ses her zaman doğruyu söylemeyebiliyor. Problemleri saptasa da, bazen fazla sert konuşuyor. O zamanlar için herkesin hayatında o sesin dediklerini aktarabilecek ve beraber değerlendirebilecek kadar güvendiği insanlar olması gerekiyor bence. Ben eskiden bu cümleye katiyen karşı çıkardım mesela, bu risk almak demek sonuçta ve güvenli sahalarda oynamak suni de olsa bir huzur getiriyor yaşamlarımıza. Ama nasıl ki bir çiçek sırf kuraklığa alıştığı için su almayı reddederse büyüyemez, alışkın olmadığımız fakat bize iyi geleceğini içten içe bildiğimiz şeylere sürekli bir dirençle aslında kendi gelişimimize ket vururuz. Kabul, birine kendimizle ilgili derin şeyleri paylaşabilmek, suni bir günlük problem anlatmaktan çok daha zor. Dopdolu bir amfide provasız şarkı söylemek gibi hissettiriyor. Oysa söylemeye başladıktan sonra gerisi geliyor. Ve anlatacak kadar kendime yakın hissettiklerim beni gerçekten de anlıyorlar, beraber çürütüyoruz zihnimin savlarını. Defalarca da yazdığım gibi, kendime has zannettiğim duyguların kollektifliğini bilmek beni rahatlatıyor. Gerçekten umursayanlar anlıyor, içinizdeki yaygaracıyı siz susturamazsanız onlar susturuyor. Zihnimizdekileri sesli olarak kendimize bile söylemekten çekinirken, düşündüklerinizi gerçekten ama gerçekten olduğu gibi filtresiz anlatabildikleriniz varsa, her şeyden çok buna şükretmeliyiz bence. Benim için bu kişi kızkardeşim örneğin. Ve öyle ya da böyle kabul edilmeye önem verdiğimiz bu devirde, artık bastırmaktan avucumuzda iz bırakan düşünceleri, estetikleştirmeye çalışıp rötuşlamadan bir başkasına aktarabilmek çok büyük bir konfor. Bazen başkalarının bizi anlaması bizim kendimizi anlamamızdan daha kolay oluyor. Çünkü biz en çok kendimize gücümüz yettiği için yine anlamlandıramadığımız olaylarda en çok kendimizi suçluyoruz. Çünkü izah edemediğimiz durumlar bazen ancak self guilt ile rasyonelleştirilebiliyor.

Meselelerimizi de böyle ele almak gerekiyor bence. Bir kitapla aydınlanmaya kavuşmaktan, bir vaazle cenneti hak ettiğine inanmaktan vazgeçmek gerekiyor. Tüm meseleler bir reçete ile çözülmüyor. Mental health’in de fiziksel sağlık gibi bir uğraş olduğunu kanıksamamız gerekiyor. Çözümlememiz gereken konuları eve market poşeti taşımaya benzetiyorum. Hepsini aynı anda taşıyıp plastik ellerimizi yakarken hepsini kayıtsızca yere atmaktansa, bazılarını bekletip sonra yukarı çıkarmak gerekebiliyor. Üzerine tez yazdıkça değil, elle tutuur çabalar harcadıkça kümülatif bir şekilde iyiye gidebildiğimiz bir alan mental health. Bir kere spora gidip fit olamayacağınızı kabul edecek sağ duyunuz varsa, tek kişisel gelişim kitabıyla da içsel huzuru yakalayamazsınız. Düzenli olarak içimizi çiçek açtıran şeyleri yapmamız gerekiyor.. İlla ki hobi edinin diyemem, çünkü biliyorum ki bazı insanların hiç hoşuna gitmiyor. Ama en azından bir çıkış yolu yaratın kendinize. Sevdiğiniz bir film, iyi hissettiren bir playlist, belki de sahilde deniz kokulu bir yürüyüş.

Ve ağlamak ayıp bir şey değil bu arada. Eğer siz de benim gibi ağlarken görülmekten nefret edenlerdenseniz, hatırlatayım diye diyorum. Eğer kendinize, kendinizi kurban psikolojisine sokmayacak kadar saygı duyuyorsanız, ağlamak oldukça sağlıklı bir dışavurum. Bir şeylere üzülüyorsanız, bence umursamıyor rolü yapanlardan binlerce kez daha coolsunuz. Sizi tebrik ederim bunu yapabiliyorsanız. Çünkü inanın çoğu insan kendilerini paramparça eden şeyleri bile söylemekten gocunuyor. Gerçekten de eğer toplumsal bir dilek hakkım olsa, bunu düzeltmeyi dilerdim, böylece pasif agresiflikten topyekun kurtulurduk…

Ve en en en önemlisi, sorunlardan kaçmamak. Sorunlardan kaçmadığınızda daha çok seviyorsunuz kendinizi. Kendi hakkınızı savunmaya layık gördüğünüz her yerde; işte, markette, kafede.. daha bir bağlanıyorsunuz kendinize. Eğer gerçekten uğruna mücadele ettiklerimizin kıymeti oluyorsa, neden kendi kendimize sahip çıkmayalım ki? Benim, kendimle barış içinde olma tanımım; inziva içerisindeki bir keşiş gibi her şeyi sessizlikle karşılamak demek değildir. Kimse bizim kendimiz için verdiğimiz savaşları bizim kadar iyi veremez. Tüm mücadelelerinden öyle ya da böyle başarıyla çıkan bir insana ne kadar saygı duyarsak kendimize de aynı saygıyla yaklaşıp karşıdan aynı saygıyı beklemek gerekiyor diye inanıyorum ben. O yüzden alttan almak asla kendini savunmak kadar asil bir davranış değil bence. Alttan almanın bir erdem olduğu yalanını, tek taraflı kavgaları kazamak için, çok uzman bir manipülatörün uydurduğuna inanıyorum. Kendimizi savunmaya layık görmek için “çok” şey başarmamıza da gerek yok bu arada, bu güne geldiyseniz bile bu düzenli bir devinimi sürdürdüğünüzdendir ve bu da bir başarıdır. Zamanın göreceliliği çoktan kanıtlandı ve bazen bazı saniyeleri geçirecek kadar güçlü olmanız bile sizi, kendiniz uğruna mücadele etmeye değer biri yapıyor.

Öyle işte.. bazen bazı günler birbirini tutmuyor. Ama tutmayan günlerde de içimizdekine sarılmak gerekiyor. Ya da eğer çok fena küstüysek, içimizdekiyle barıştırması için bir dostla kahveye çıkmak gerekiyor. Yani olduğumuz yerden ayrılıp momentum kazanmak gerekiyor ve de sorunları yok sayıp kendimize rol yapmamak. Nasıl ki her tür bilimde bir problem çözme devinimi varsa, insan psikolojisinde de bu böyle. Fizikte F=ma sadeleştirmesine nasıl ki milyon farklı kombinasyondan gelinebiliyorsa, kendi komplikasyonlarımızın sadeleştirmelerine de hiçbir şey yapmayarak değil, üzerine düşünerek; düşünürken kendimizi sabote edici düşünceleri eleyerek gelebiliyoruz. Çünkü bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayabilecek farkındalığa sahip olmamız, bir şeyleri değiştirmek için savaşma gücünü de içimizde taşıdığımızın en büyük kanıtı.

Şunlar da hoşunuza gidebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir